24 Aralık 2012 Pazartesi

Yusrac'ın Mimlerine Cevaplar.

 1-Mantığın mı yoksa duyguların mı ön plandadır..?

Bu biraz değişken sanırım. Söz konusu öfke ve heyecan ise o zaman mantıklı olamıyorum pek. Romantizm, anneliğin tüm duyguları v.b söz konusu ise mantığım öne geçiyor galiba.

  2- Sence insanlar neden mutlu değiller..? Neden gözlerinin önündeki mutlulukları görmeyip şükretmesini bilmiyorlar..?

ooohooh bu soru için sayfalarca cevap verilebilir. Mutsuzluğun en temel sebebi (bence) elde ettiğimiz şeylerin ve başarılarımızın tadını çıkaramadan bir üst seviyedekileri istememiz. Onun da sonu gelmeyince mutluluğu kaçırıyoruz.


3-Çok fazla para harcayıp keşke almasaydım diye hayıflandığın oldu mu.?

Genelde tersi olur bende. Az paraya alıp keşke biraz daha para verseydim de daha kalitelisini alsaydım  dediğim daha çok oldu.
:)) Aldığım şeyi  beğenmesem de kullanırım. Maksat boşa gitmesin. :))

4-Haklı olduğun bi konuda hakkını savunur  musun?  Yoksa susmak adalet midir senin için..?

Bu kolay yerden geldi. Benim kromozomlarımda şöyle bir gen var. Tartış, ama uzatma geni. Özelliklede karşımdaki insan su katılmamış inatçıysa onunla, haklı olduğuma yüzde yüz emin bile olsam tartışmaya girmem. Laf anlatamazsın der malum genim Ve sonuçta ''Sen haklısın derim.'' kolay ve rahat olanı tercih etmekte diyebilirsin.

 5- Tok gözlü müsün.?  Yoksa her şeyim olsun diyenlerden misin..?

Herşeyimizin olması zaten pratikte mümkün değil. Ee nefsimizde laftan anlamadığına göre ben şöyle yapıyorum:
 Güzel bir arabamı gördüm, onu halihazırdaki maaşımla almam da mümkün değil. Bekar da değilimki ''Belki zengin kocam olur'' diyeyim. İnşallah cennete girersem, o zaman böyle bir arabaya ihtiyacım olmayacak, çünkü zaten uçacağım diyorum rahat ediyorum :) cennete giremeyeceksem bu dünyada ferrarim olmuş olmamış neye yarar zaten. Olayım bu benim. Aynısı dünyalık olupta heves ettiğim bütün şeyler için geçerli. Dedim ya gördüğün her şeye zengin olsan bile sahip olamazsın. Söz konusu sevilmek ve saygı duyulmaksa eğer o konuda pek tok gözlü değilim maalesef. Bu kadar cevap yeter de artar bile deyip bu bahsi kapatıyorum yüksek müsaadelerinizle.

12 Aralık 2012 Çarşamba

Muhafazakar Tutarsızlıklar

Kimseyi kötülemek gibi bir niyetim olmadığını evvelden söyleyeyimde sürç-ü lisan edersem evvelden affola.
Girizgahlara çok dalmadan ana konuya girsem iyi olur. Şöyleki:
Ülkemizde Muhafazakarlık diye bilinen bir yaşam formu var. Kimileri için bir ideoloji.Neyse ne.
Ben herhangi bir sosyolojik araştrma, makale okumadan,belki okuduğum bir kaç köşe yazısından beslenmiş, ama çokça kendi gözlemlerimi içeren bir tahlil yampak istiyorum. Daha çok bir karşılaştırma aslında. Dini bütün yaşayanlara-yaşamaya çalışanlara- dindar derler. Ben de çok uzun kelimeler kullanmamak adına bu ismi kullanayım. Evet bu, dindarlarla muhafazakarların karıştırılması üzerine yazmak istiyorum.
Nihayet konuya girebildiğime göre saydırmaya başlayabilirim artık. Bir kere bu ikisini karıştırmaları fena halde bir fecaatken birde aynı kefeye koymak tam bir rezalettir(bana göre tabii ki). Günlük hayatta bu iki insan tipi asla birbirine benzememektedir.
Muhafazakar düşünen-yaşayan insanlar aslında dinin yasak saydığı şeylerin hepsinide(ya da çoğunu) yaparlar. İçki içerler, ama bunun günah olduğunu bilirler. Bir tövbe ederler. Sonra yine içerler.Genelliklede arkadaş ortamındaki ısrarlar sonucu şeytana uymak olur bu içmeler.
Kadınların mümkün olduğu kadar örtülü olmasını ister, ama kendileri en bakımlı ve eteği en kısa olanlarla birlikte olurlar.Evet böyle kızlarla birlikte olurlar, ama bunu bazen saklarlar yakın çevrelerinden. Bu kızlarla evlenmeyi çoğunluğu tercih etmez.  Ha evlenirlerse böyle kızcağızlarla onları biraz evirip çevirirler. Açıklığa da tahammülleri yoktur yani. Zaten eğlenilecek kız, evlenilecek kız ayrımınında böyle bir zihniyetten çıkmış olmasından fena halde kıllanıyorum. Zira dindarlar için sadece evlilik varken, dindar olmayanlar eğlendikleri kızla gocunmadan evlenebilirler. Bu ikisinide yapayanlara ben Muhafazakar diyorum. Bir tür arafta kalma durumu. Daha bunun gibi bir sürü örnek sıralanabilir. Namaz kılmaz, beş vakit vicdan azabı çeker, ama mutlaka orucunu tutar. Bu da Allahla kul arasındadır.Beni ve kimseyi ilgilendirmez, muhafazakarla dindarı birbirine karıştırmadığınız sürece.
Gerçek dindar günah işlersede bu her akşam içip sabaha tövbe etmek gibi bir durum olmaz genelde. Dindar bu kısır döngüyü kırmış belli günahlara karşı direnç kazanmıştır. Arada sırada dedikodu yapsada iftiradan kaçar(Bu geriye kalan herkes rahatça yapar gibi anlaşılmamalı tabi). Faizi ödemek zorunda kalsada asla parasını faize yatırıp onu yemez. Şakasınada olsa iddiaya girmez, piyango oynamaz. İkinci bakışın haramına girsede zinaya bulaşmaz.  Başını örtüp bacağına diz üstü etek giymez(giyende ben dinimin emrini yerine getiriyorum demesin lütfen).Bu kadar örnek ne demek istediğimi anlatmaya yetti mi? Bilmiyorum. Yanlış anlaşılma ihtimalini azaltmış olmakta bana yeter. Dindar olmayan insanlar faiz yer, rahatça dedikodu yapar üçkağıtçıdır demek istemiyoru. Gayet ahlaklı yaşayan ateistlerde vardır belki, ama burada konumuz bu değil. Konumuz hala Dindarlara Muhafazakarlar üzerinden yapıştırılmaya çalışılan etiketler. Muhafazakarlığıda dindarlık gibi siyasete alet edeneler böyle bir karıştırmadan nemalanıyor olabilirler. Bilemiyorum. Tanıdığım dindar, takvası yüksek,
Bu durumda aşırı muhafazakar diye bir kavram lügate nasıl girer bilmiyorum. Bu da aşırı dindarlıkla karıştırılıyor zannımca. Çünkü Muhafazakarlar yeri geldiğinde sol yeri geldiğinde sağ partiye oy veren sabit kadem yaşamayan demokrat gibidirler. Gibidirler diyorum çünkü rahat yaşamalarına karşın padişahlık döneminide özlerler. Belli bir dinin değilde genel ahlak kurallarının savunucuları ola gelmişlerdir. En azından benim gördüğüm örnekler bu yönde. Kendileri zaten orta yolun tarifi gibiyken özünde aşırılık nasıl olur bilmiyorum. Aşırı sıfatını Osmanlı hayranlığı getiriyor sanırım. Çünkü Osmanlı bütün hoşgörüsüne rağmen şeriatla yönetiliyordu(en azından Türk tebaa) ve şeriat demek aşırılık olarak algılanıyor günümüz dünyasında.

Her neyse bütün bu yazdığım yorumlar gözlemden ibaret. Sosyolojide, siyaset biliminde elbette kitaplar dolusu yazı vardır bu konular hakkında, ama gerçekten dindar insanla muhafazakar insanın aynı kefeye sokulması beni sıradan bir vatandaş olarak rahatsız ediyor. Kimin ne kadar dindar olduğunu sadece Allah bilir evet, ama elmayla armutu bile bile toplamamak gerekerir diye bu yazıyı yazdım. Ya da tanıdığım bazı insanların bilip bilmeden dindar geçinmelerindenmi bilmiyorum.

Son tahlilde bütün bunlar yanlış tespit ve gözlem olsun diyelim. Muhafazakarlarda gayet ciddi dindarlar olsun. O halde bu Muhafazakarız deyip çok rahat bir hayat tarzı olanlar kim? İlla ki etiketleme diye bir şey yapacaksak, etikette bunlar da yazmalı. Zaten hiçbir tanımı  kesin kabul etmiyorsak, kimseye ocusun bucusun demeyeceğiz demek ki
Demek ki neymiş bu dünyada birilerini etiketlemekte birilerine etiketlenmekte zor zanaatmış.
Etiketlerin sadece marketlerde ve mağazalarda bulunduğu bir dünya dileğiyle...

10 Aralık 2012 Pazartesi

Bize Kalan Bir Hoş Sada

Bir kemik yığını kalır senden, benden geriye. Bir hoş seda belki şairin dediği gibi. Bir mezar taşı kalır, şanslıysan ve bir ailen varsa. O da belediyelerin senin mezarını, yıllar sonra başka birine vermesine kadar kalır.
Düşünceler kalır, iyi ve kötü. Hasetlerin kinin kalmazsada birilerinin aklında, dünya atmosferine küresel ısınma olarak yadigar kalır. Diktiğin bir ağaç kalır belki de. Çocukların için oksijen üretecek bir çınar , bir kaç çam ağacı... Kim bilir ne kalacağını.
Bu dünyanın toprağına etin kalır, kanın kalır. Gübre olursun bir kaç kök patlıcan bitkisine. Ordanda birkaç insana vitamin olur, senden arta kalan bir kaç molekül.
Hırkaların kazakların kalır fakirin birine, üşümesin kışın diye.Evdeki eşyalar öğrencilere kalır. Belki borcun kalır bankanın birine, eşini dostunu gücendiren.
Çok çalıştıysan bir ev, bir araba belki.Onları paylaşmaları için çoluk çocuğuna bir kavga bırakırsın.
kırılmış bir kaç kalp, ödenmemiş faturalar, dilenmemiş özürler kalır senden geriye. Belki bunların hiç biri kalmaz. Ne bir evin, araban ne bir eşin dostun yoktur belki. Söyleyecek bir sözün anlatacak bir anın olmamıştır belki.Söylemek istediklerin bir defterde birikmiş o da kızına ya da oğluna kalmıştır. Gülümsemen yüzünde donup kalmıştır bu dünyadan göçerken.
Prangalı bir ayağın gidebileceği kadar yol yürümüşsündür bu hayatta belki. Bir kafesin içinde yaşayan kuş kadar olmuştur uçuş alanın. Gördüğün, duyduğun hayat bir kaç cümlelik beyanata sığmıştır..Belki çok okumuş az söylemişsindir. Çok konuşup az dinlediysen eğer dert değil. Onuda üç günde unuturlar elbette.
 Güzellikten istediğini alamamışsan da üzülme. Senden geriye yaşlılığında, bir koltuğun üzerinde etrafında (varsa) torunlarınla çekilmiş bir fotğraf kalır.Ne kadar güzel olursa olsun bir insan yaşlılık onuda bulur sonunda, tıpkı ölüm gibi.
Sen göçüp gidince sonsuzluk limanından, senden geriye bir şeyler kalır da sana ne kalır bu dünyadan. Bana, bize ne kalır sahi dünya hayatından. Çalıştık ettik. Üzüldük sevindik. Kinlendik, sevdik. Hem de çok sevdik.Ağladık, hasta olduk.Tamam, ama bize ne kalacak?
Hayat yordu bizi deriz ya hep.Hayat bitip gidince yorgunluk, kırgınlık bize kalmıştır artık.
Bizim yanımıza kâr kalan hiçlik olmuştur belki. Koskoca bir hiç mi olacak acaba hayat harcanıpta bitince?
Yaptığımız, ettiğimiz, söylediğimiz her şey bizimle birlikte yürür. Sonsuz hayatımızda bize faydalı, faydasız, zararlı olan hatta çok zararlı olan şeyleri bu dünyada hazırladık. Orada bu mutfaktan ne çıktıysa onu yiyeceğiz. Ya hayal bile edemeyeceğimiz cennet yemişleri ya hayal bile edemeyeceğimiz ateşten lokmalar. Her şey bize buradaki hayatımızdan miras kalacak. Ömrümüzü uğruna harcadığımız her şey bizden sonrakilere kalırken bize buradan sadece bir hoş sada kalacak belki de:
Merhumu nasıl bilirdiniz?
İyi Bilirdik...İyi Bilirdik...


zülf-i siyahı saye-i perr-i hüma imiş
iklim-i hüsne anun içiün padişa imiş
bir secde ile kıldı ruh-i aftabı zer
hak-i cenab-ı dost aceb kimya imiş
avazayi bu aleme davud gibi sal

baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş

görmez cihanı gözlerimiz yarı görmese
mir'at-ı hüsni var ise alem-nüma imiş
zülfün esiri baki-i biçare dostum
bir mübtela-yı bend-i kemendi bela imiş



BAKİ

(Bu şiir DELİNETCİLER.NET den alınmıştır.)